
Bir röportajımda Türkiye'nin en iyi uzun mesafe koşucularından Muharrem Dalkılıç'a "ağbi müsabaka esnasında, inişi mi seversin, yokuşu mu?" diye sordum. Kendisi de bana "Yahu Recep bunun birde düzü var onu da sorsana" diye cevap vermişti.
Arkadaşlar; trafikte, hastanede, hava-alanında, yolda, kısaca günlük yaşamımızda bir türlü düz yolu tutturamıyoruz. Bir bakıyorsunuz kendinde güç vehmeden birileri çıkıyor, herkesin hayatına karışabiliyor. Böyle adamlara sosyal kurallar falan hak getire. Adam kendisine tanınan imtiyazı tutuyor bir başka vatandaşa baskı unsuru olarak kullanıyor...
En sihirli cümle de, "sen benim kim olduğumu biliyor musun?" sorusunu sorabilme cüretkârlığı! Böyle adamlar kendini bir ayrıcalıklı halt sanıyor.
Kırmızı ışıkta durmayıp, geçtiğinde bir tehlike hasıl olursa polis kendisini ikaz dahi edemez. Ya birde birine çarpsa vay o adamın başına geleceklere.
Sivil plakalı aracına çakar lambası takan mı ararsın.
İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Ömer Faruk Yelkenci’ye 108 TL’lik cezayı kesen Başpolisin açığa alınmasını mı eleştirirsin. Yoksa bir hakimin Erzurum Hava-alanında servis şoförüne "yaptığı zulmü mü" yazarsın.
"Kimsin ulan sen?.
Vatandaştan ne farkın var"
Bir hakim çıkar da görevini yapan servis şoförüne "Sen benim kim olduğumu biliyor musun" diyerek tasallutta bulunursa, bunun adı tehdittir. Sataşmadır. Saldırıdır.
"Sen benim kim olduğumu biliyor musun?." gündeliğimizin paçavrası olmuş bu sözü en çok kullananların kimler olduğunu şöyle bir araştırdım ortaya kimler çıktı biliyor musunuz?
Tıp Doktoru, Profesör, Hakim, Öğretmen, General, Vali, Yüzbaşı, Avukat, Astsubay, milletvekili vd. Yahu bu meslekler itibarlı elbette ama, vatandaş olarak ne yapalım, bunlarla karşı-karşıya gelmemek için abdestli mi gezelim?
Kusura bakmayın ama, vatandaşın da en-az okumuş takımı kadar itibarlı görülmediği memleketten de bir cacık olmaz...